Dün denizlerimizin, balığımızın yönetimine dair fevkalade
eğitici, zaman zaman hüzünlü ancak bir o kadar da umut dolu tecrübe yaşadım:
Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nda, Balıkçılık ve Su Ürünleri Müdürlüğü
yönetiminde toplanan istişare toplantısına katıldım.
Az kaldı, bile bile lades, gidecek bu balıklar sularımızdan.
Terkedecekler bizi.
Gene hatırlatmaya gerek yok ki, gerek bizim, Slow Food Fikir
Sahibi Damaklar’ın ve gerekse de Greenpeace Akdeniz’in kampanyaları neticesi
ancak tek bir arpa boyu artan idrakımız bile, hepimizi, tezgahların avlanması
yasak balıklarla dolu olduğuna uyandırdı!
Çaresizliğimiz her bir market ziyaretimizde, her bir “5
liraya çinekop” etiketinde, her bir leğen içinde satılan sözde “olta balığı”nda
katlanıyor, doluyu doldurmayan, boşun almadığı bir sorumluluk olarak
geleceğimizi karartıyor.
Dolayısıyla dün, arkadaşlarımla birlikte Ankara’daydım.
Lüferin kuyruğuna takılıp yaptığım bu kaçıncı Ankara
ziyareti, bilmiyorum artık. Ama kaçırasım da yoktu.
İyi ki gitmişim!
Aslında bu rutin bir toplantı. İstişare diyorlar adına.
Dört yılda bir bir araya geliniyor ve sucul kaynakların
yönetimini düzenleyen 1380 sayılı kanunun yönetmelikleri gözden geçiriliyor,
talep ve öneriler değerlendiriliyor ve sirküler halinde yayınlanmak üzere
neticeleniyor. Katılımcılar da konuyu en yakından takip edenler zaten.
Balıkçılar, kooperatif başkanları, birlik başkanları, bürokratlar, kamu kurum
temsilcileri ve akademisyenler.
Slow Food Fikir Sahibi Damaklar olarak biz, en yeni, en toy
katılımcısıyız bu toplantıların.
Rutin bir toplantı dedim, sahiden de öyle, gerek
akademisyenler ve gerekse de balıkçılar bakanlığa konu hakkında görüş ve
önerilerini aylar öncesinden sundular. Yetmedi, balıkçılar su ürünleri
birlikleri olarak üst birliğin yönetiminde toplantılar yaptı ve ortak bir öneri
de öyle sundu!
Dolayısıyla dün yapılan bu toplantının gündemi haftalar
öncesinden belli olduğu gibi, sunulan maddeleri ise basıma hazır kalitede
bitirilmişlerdi bile. Bununla birlikte yapılması öngörülen her bir değişiklik
projektörle yansıtıldığı duvardan katılımcılara tanıtıldı, taraflarının
itirazları dinlendi ve aslında çoktan konuşulmuş ve tamamlanmış oldukları halde
tümü teker teker konu edildi.
Bununla beraber, bu toplantıda bir fevkaladelik vardı ki
müjdemi isterim, diye anlatacağım: salon hınca hınç balıkçı doluydu!
Şöyle anlatayım size, sadece İstanbul’dan 6-7 otobüs dolusu
küçük boyutlu, kıyı balıkçılığı yapan dost gelmişti!
Gelir gelmez yakalarına taktıkları “lüfer koruma timi”
rozetleriyle salona girdiler ve büyük balıkçı reislerimizi fevkalade huzursuz
eden, hatta öfkelendirdiği açık, koltuklardaki yerlerini aldılar ve kıyı
balıkçısını, küçük boyutta var olmaya çalışan ve bu nedenle de aslında
sürdürülebilirliğine inandığım balıkçılığı dolu dolu temsil ettiler.
İlk kez, diyeceğim!
Yetinmeyecek, denizinin tasasında olanların gövde
gösterisiydi bu, diyeceğim!
Bu, denizlerimiz, balıkçılığımız adına, sucul
kaynaklarımızın yönetimi adına gerçek bir devrim, diye de ekleyeceğim!
Çok etkileyiciydi!
Gelecek adına umutla doldum!
İlk kez büyük boyutlu teknelerinin kapasitesi, uluslararası
sulardaki balık avına dair izinler ya da Somali’de av imkanları değil de,
örneğin Adalar arasında kalmayan balıkların, korumacılığın, koruma sahalarının
lafı edildi, bunları hem de bizzat küçük balıkçıdan duyduk. İlk kez büyüklerin
meseleleri kapalı kapıların arkasında kotardığının dedikodusunu değil, açık
açık savrulan tehditlerin arasında “bu denizi kuruttunuz” diye feryad eden
balıkçıyı duyduk!
Dün o salonda yaşananların adını tarih koyacak.
Her ne kadar çinekop yasağına dair bir dolu taşı attıysa da
büyük balıkçılar; her ne kadar lanet okuyup durdularsa da yüzümüze; her ne
kadar beni “çiftlikçilerin adamı” olmakla suçladılar ve tek bir gram dahi
kendilerinde aramadılarsa da denizdeki erimeyi, stoklardaki çöküşü...
Greenpeace Akdeniz palamutta avlanma boyu değişmedi diye haklı hayal
kırıklığını ifade ettiğinde neredeyse yıkıldıysa da salon uğultudan... Boy
yasağı yerine hesabı kitabı olmayan bir kotayı önerdilerse de kafa karıştırmak
için ve her bir “av baskısı” vurgusuna “deniz kirliliği” diye cevap verdilerse
de... Gerek Balıkçılık ve Su Ürünleri Genel Müdürlüğü ve gerekse de küçük balıkçılarımız
alınması gereken kararlardan geri adım atılmamasını sağladılar.
Tüm maddeler basılmaya hazır haldeydi zaten dedim ama, bir
kaç konu özellikle hararetli tartışmaya sebep oldu. Örneğin trol avcıları
kıyıya 3 mil olan avlanma mesafelerini 1,5 mile indirmek için çok gayret
gösterdiler. Marmaralı gırgır reisleri lüferde boy altı av oranını %5’den %15’e
çıkartmak için çok gayret ettiler.
Genel müdürlüğün hakkını vermek gerek, kalabalığın
bağırtısına bakmaksızın, adım adım da olsa, kimi adımın atılışı bize yavaş da
gelse, üç-dört yıl önceki yönetim biçiminden defa defa daha korumacı, yokoluşun
daha bir idrakında ve düzen disiplin getirmeye çok daha kararlı adımlar attı.
Ben dün, fevkalade bir tecrübe yaşadım.
Olayları nakletmek dahi zor, hızla ve bir dolu şey, aynı
anda ve birbirine rağmen olurken benim en çok ayak direyenler dikkatimi çekti.
Bugün size onları anlatmak istedim. Geleceğe umutla bakmamıza bir ihtimal
yaratanlardan bahsetmek istedim. Yarın, tezgahta 20 cm altında lüfer
gördüğünüzde, yani çinekop, yani sarıkanat.. 174’ü aramanız gerektiğini
hatırlatmak ve size “arayın çünkü küçük balıkçısı da bu denizin, artık açtı
bayrağını” demek istedim.
Ben tüm bunları dedikten sonra benimle beraber burada olan
Slow Food Fikir Sahibi Damaklar aktivistleri ne dediler, onu da aktarayım:
“Bugün istanbul’un kıyı balıkçısıyla beraber ve samimiyetle bir rozet
paylaştıysak, yarına dair daha çok umudumuz var: ortak kaynağımızın derdine
düşüp, birlikte çözümler üretmek umudu!”
İstanbullu balıkçıyı organize edip Ankaralar’da bir arada
tutan İstanbul Su Ürünleri Kooperatifler Birliği başkanı Erdoğan Kartal’ın
sözleri de farklı değil, bizim aktivistlerinkinden: “Sürdürülebilir balıkçılığa
doğru bir adım daha attık, birlikte!”
Son bir sözü de bizlerle birlikte toplantıyı izleyen
Greenpeace Akdeniz’e bırakmak isterim: “Kıyı balıçılarını balıkçıdan saymayan
ve denizi fütursuzca sömürülecek sonsuz bir kaynak gibi gören endüstriyel
balıkçılığın devrinin sona erdiğini “biz balıkçılık yapıyoruz, siz ise
katliam!” sözleriyle yine bir kıyı balıkçısı gösterdi bize. Tebliğ taslak
çalışmasında ise kalkan boyunun 45 santime çıkması memnuniyet verici olsa da
palamut ile ilgili bir değişikliğin yapılmamış olması hayal kırıcı oldu. Levrek
boyunun 25 santime çıkması da, 35 santim olan talebimizin gerisinde kalan bir
düzenleme olsa da kısmen olumlu bir ilk adım olarak değerlendirilebilir.”
Defne Koryürek/Radikal